29 Nisan 2010 Perşembe

Anneler ve Kızlarına...

-Bu yazıyı arkadaşım Gülay gönderdi bana. Çok sevdim, bloğumu okuyanlarla paylaşmak istedim. Kimin yazdığı bilinmiyor ama ellerine sağlık-

Sabah bulaşık yıkarken ellerimin annemin ellerine ne kadar benzediğini fark ettim. Benzemekten de öte; tıpatıp aynısı olmuşlar..

Ergenlik çağlarımda (hakikaten çekilmez bir yeniyetmeydim) annemin ellerine sinir olurdum. Ya da şöyle diyelim: Sinir olduğum bir milyon sekiz yüz kırk altı şeyden biri de annemin elleriydi. Kadıncağızın beni sinir etmek için ellerine özel olarak yaptığı bir şey de yoktu. Uzun kırmızıya boyanmış cadı tırnakları falan veya lime lime olmuş tırnak etleri gibi bir durum da yoktu. Sadece şekilsizdi. Yani güzel değildi. Ve ben buna sinir olurdum.

'Hah' dedim kendi kendime 'şimdi senin de bir sıpan olsaydı o da sinir
olacaktı ellerine. Yeterince güzel değilmiş diye..' Şimdi ise o eller biraz daha elimin içinde kalsın diye ne numaralar çekiyorum... Yok üşüdüm, tutsana elimi, yok kremi fazla sürdüm, alsana birazını, tırnakların uzamış, törpüleyeyim mi.. Aslında düşününce, eller dışında da anneme her geçen gün daha çok benziyorum.

Eskiden çok umurumda olmazdı şimdi evde ufacık bir dağınıklık olsa sıkılıyorum. Sabah kalkar kalkmaz temizlik yapmaya başlıyorum. Hesapta çay demleninceye kadar ki vakti değerlendirmiş olacağım. Çay zift oluyor, ben hâlâ bir yerleri siliyorum. Aynı annem gibi ben de masa örtülerini düzeltmeden yanlarından geçmiyor, hoh yapıp silmeden aynalara bakmıyor, yerden gübür toplamadan ilerleyemiyorum artık. Aynı onun gibi sabah kalkınca uzun uzun camdan dışarıya bakmadan güne de başlayamıyorum.

Esnafla iki kelimenin beli kırmazsam aynı onun gibi eksik iş yapmış sayıyorum kendimi. Daha az süsleniyor ama tıpkı onun gibi daha çok bakım yapıyorum. Eskiden tek bir nemlendiriciyi üç kereden fazla kullanamayan ben artık her gün sabah akşam sürüyorum. Üstelik fındık tanesi kadar miktar, oldu artik ceviz tanesi kadar! Rimel ise kurumak üzere..

Bu kadarla kalsa yine iyi.. Arkadaşlarımdan çok bitkilerimle konuşmama ne diyorsunuz? Ya da yalnızsam on iki dedi mi en şahane filmi bile seyrediyor olsam kapatıp cup yatağa giriyor olmama? Veya çantamda vızıldayan bir çocuğa verilmek üzere BONBON taşımaya başlamama?

Ben de şaşırıyorum ama gerçek. Annemde dalga geçtiğim ne kadar şey varsa hepsini ben de yapıyorum artik!.. Tek kaygım şu: Bir gün ben de YOĞURT KAPLARINI biriktirmeye başlayacak mıyım acaba? Aklımın almadığı tek şey bu. Bütün dolap içleri yıkanmış, kurulanmış
yoğurt kaplarıyla dolu. Hepsi küçük kuleler şeklinde üst üste dizilmiş, kuzu kuzu bekliyorlar... Kapakları da elbette mevcut. Onlarca değil yüzlerce!

Ne diyeyim... Bir gün elimdeki yoğurt kabını deterjanlarken anlarım herhalde kap
biriktirmenin esbab-ı mucibesini...

***

Bu yazıyı geçen sene yine bu günlerde yazmıştım.. 'Anneler günü' vesilesiyle biraz değiştirerek yeniden yayınlamak istedim... Çünkü hatırlatmak istedim ki annelerimizde kızdığımız, kırıldığımız, dalga geçtiğimiz, hafife aldığımız, lüzumsuz gördüğümüz, saçma bulduğumuz ne kadar huy, alışkanlık, arzu, istek varsa bir gün hepsini kendimiz de edineceğiz . şakanızı, siteminizi yaparken bunu unutmayın istedim. Üstelik bazen sadece alışkanlıklar değil bahtlar da annelerden kızlara miras kalabiliyor. İyi veya kötü..

Onları eleştirirken, yargılarken bunu da düşünün istedim... Çünkü..

Ben..

Artık..

Yoğurt kaplarını biriktirmeye başladım..


Fotoğraf: PINO DAENI "Çıplak ayaklı kontes"

0 yorum:

Yorum Gönder

Lilypie Second Birthday tickers